Sabancı Holding Yıllık Paylaşım Toplantısı, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı'nın Konuşması

17-04-2009

Değerli basın mensupları,değerli çalışma arkadaşlarım
Hoş geldiniz,

Birazdan Ahmet Dördüncü, Sabancı Holding'in 2008 yılı değerlendirmesini ve 2009 beklentilerini sizinle paylaşacak.

2008 Şubat sonunda sizlerle yaptığım paylaşım toplantısında sözlerime şöyle başlamıştım:

"Dünyadaki son gelişmelere değinmeden önce bir tespitle başlamak istiyorum. Dünyada kökleri 2000'lerin başına giden bazı yapısal dengesizlikler mevcuttur.

Dünyada 2007 sonlarında patlayan "subprime mortgage" krizi, zaten var olan bu yapısal problemlerin ve dengesizliklerin üzerine gelmiş ve henüz  tam derinliği ve çapı bilinmeyen bu kriz, mali piyasalarda güveni sarsmıştır. Beklentileri etkileyen bu durum, karamsarlığa yol açmış ve ciddi bir küresel yavaşlama, hatta resesyon tehlikesini ortaya çıkarmıştır."

Bugün görüyoruz ki, o zaman size bahsettiğim bu tehlikeler tahminlerimizin de ötesinde gerçekleşmiş, küresel ekonomi 1930'lardan beri görülmemiş bir sarsıntıyla çalkalanmaktadır.

Ekonomik çalkantıyla beraber,  İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş olan uluslararası ekonomik yönetişim düzeni de ciddi yaralar almış, yeni bir düzenin arayışları başlamıştır.

NEREDEYİZ:

Bu krize ilişkin rakamlara girmeyeceğim, zira hepiniz bunları bütün detayı ile biliyorsunuz.

Fakat  yaşanan süreç hakkında bir hususun altını çizmek istiyorum: 2008 yılı birbiri ardına gelen, mali ve reel çöküşün boyutlarını her duyduğumuzda daha da büyüyen haberlerle geçti. 
Bu durum, "krizin" kontrolsüz geliştiği ve 1930'larda olduğu gibi uzun zaman süreceği görüşünü hakim kıldı.
Bunun getirdiği karamsarlık ise dünyaya hakim oldu.  Ve hepiniz biliyorsunuz ki, ekonomide beklentiler bir yönde gelişmeye başlarsa, işin realitesi onu takip eder....

Oluşan 'köpük'lerin sebebi de bu ve şu anda baş etmekte zorlandığımız durumun sebebi de yine aynı.

Yani, 2008 boyunca hükümetler ve uluslararası kuruluşlar tarafından izlenilen 'politika', sürekli olarak işlerin boyutlarını küçük görme yönünde oldu.

Bunun neticesinde, hükümetlerin hadiselerin önünde ve kontrolü elinde tutuyormuş yerine, hadiselerin gerisinde oldukları ve işlerin kontrolsüz geliştiği kanısı oluşmuştur.  Bu, önemli bir şekilde güvensizliği artırmıştır.

Ülkemizde de benzer bir süreç yaşanmıştır. Krizin tam boyutları ortaya çıkmaya başladığında, seçim süreci dolayısıyla, gereken odaklanma hissedilmemiştir.

Dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi, bizde de ekonomik durumumuzdaki gerileme çok önemli boyutlara varmıştır  ve her seviyede her iş kolunu etkilemiştir.

NEREYE GİDİYORUZ:

Nerede olduğumuz üç aşağı beş yukarı belli olmakla beraber, nereye gittiğimiz biraz daha belirsiz görünüyor. Zira, kısa dönemli ekonomik önlemlerin yanısıra, daha uzun dönemli yapısal değişikliklerin de temelleri atılmaktadır.

** Deflasyon adayı bir batı (yani enflasyon "0" ve eksi büyüme, düşük faiz)

** Çok azalmış dünya ticaret hacmi (-%3)

** Gelişmekte olan ülkelerde:düşen enflasyon ve daha mütevazi bir büyüme (+%3.3)

2009 için çizilen bu tablo çok iç açıcı olmamakla beraber, 2010 yılında dünyada %3'e varan büyüme (gelişmişlerde %1.3, gelişmekte olanlarda %5)  %3.5 civarında artan ticaret hacmi ile daha mutlu günlere hazırlık olarak öngörülmelidir.

Eğer geçtiğimiz birkaç ay boyunca 5.5 trilyon dolara varan paketler ve G-20'de karar verilen ve 1.1 trilyon dolar'a varabilecek olan mali paketler olmasa idi, dünyanın hali büyük bir olasılıkla 1930'lardan beter olabilirdi.

Halen de bu 5.5 trilyonun ne derecede etkili olacağı, G-20 toplantısında yeniden yapılandırılma sürecine giren mali sistemin, ne kadar çabuk reaksiyon vereceğine bağlı olacaktır.

Ne var ki bu paketler ile alınan önlemler, içinde bulunduğumuz krizi hafifletmekle beraber, ilerisi iyi düşünülmediği takdirde önemli dengesizliklere de yol açacaktır.

Öngörülen bütün bu paketler ile iki olgu ortaya çıkacaktır:

1 ** Kamu borçlarında çok önemli artışlar olacaktır ve

2 ** Dünya çapında önemli bir dolar fazlası ortaya çıkacaktır.

Eğer, G-20'de öngörüldüğü gibi, 'toxic asset'lerin bankaların bilançolarından temizlenmeleri gerçekleşir ve bankalar daha rahat kredi verebilir duruma gelirse, önümüzdeki dönemde önemli bir likidite fazlası oluşacaktır.

Sanırım bu likidite fazlasının gerçekleşmeye başlaması sanıldığından daha hızlı olacak, bu yılın sonuna doğru kendisini göstermeye başlayacaktır.

Bu durumda doların değer kaybetmesi, faizlerin düşmesi ve belirli oranda fiyatların yükselmesi şeklinde baskılar oluşacaktır.

Bunlardan hangisinin ne oranda gerçekleşeceği ise dolar fazlasının nasıl ve ne oranda 'emileceği'ne bağlı olacaktır.

Ekonomiler tekrar büyümeye başlayınca, artan ekonomik faaliyet ile likiditeye olan talep artacak, bu dolar fazlasının bir kısmını emecektir.  Küresel ticaret artmaya başlayınca da, keza aynı normalleşmeyi beklemeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, 
bir gerçek şudur ki,
artık dünyada ekonomik örgütlenmelerde ciddi değişiklikler olacaktır.
Eski düzen değişecektir.

G-20 toplantısında IMF'e ilişkin alınan kararlar bu bakımdan dünya ekonomik yönetişimi için önemli göstergedir.

IMF'e SDR (Special Drawing Rights) bazlı 'overdraft' kapasitesi vermek çok önemli bir gelişmedir. Bu, efektif olarak, IMF'e kendi likiditesini (yani 'para'sını) piyasaya sürme (yani, 'yaratma') yetkisini veriyor.

Bir merkez bankasının en kritik iki işlevinin;

1** "lender of last resort"   ve (Son kredi mercii)

2** "issuer of liquidity" (likitide sağlayan)
olduğu göz önünde bulundurulursa, bu adım ile IMF'in bir 'dünya merkez bankası' konumuna gelmekte olduğu görülür.

Buna ilişkin olarak, bir yılı aşkın  zamandır, Çin'in dolar dışında bir 'reserve currency' olması gerektiği üzerinde ısrarı vardır. Pek çok hükümet için Çin'den daha fazla fon gelmesinin karşılığında, yeni bir rezervin temellerinin atılması olasıdır.

Ayrıca G-20 toplantısında öngörülen, 2011'den sonra IMF'nin governance yapısında yapılacak değişiklikler, muhtemelen ABD'nin veto hakkını kaldıracak ve Çin, Hindistan ve diğer bazı emerging market'ların ağırlığını artıracaktır.

Zaten bugünden yapılan bir değişiklikle, Dünya Bankasının bir Amerikalı, IMF'nin bir Avrupalı tarafından yönetilmesi konusunun kaldırılmasında anlaşmışlardır.

Bu arada, IMF'in işleyişinde de değişiklikler olacak gibi gözüküyor.  Şimdiye kadar başı derde giren ülkelere başları derde girdikten sonra yardım eden IMF, bunu dar bir ideolojik çerçeve içerisinde, çoğu zamanda tartışmalı politikalarla ifa ederdi - Güneydoğu Asya krizinde olduğu gibi.-

Alınan kararlar, IMF'e 'preventive line of credit' (önleyici kredi) açma yetkisi vermektedir ve bunun eskiden empoze edilen birtakım şartlara bağlı olmadan verilebilmesi öngörülmektedir ki bu da Fransız sosyalistlerinin ağır toplarından olan Strauss-Kahn'in işini kolaylaştıracaktır.  Bu, Türkiye için faydalı olacak bir değişikliktir; anlaşmanın bir an önce imzalanabileceğine işaret eder.

Özetle, dünyada geçirmekte olduğumuz krize çare aranırken, çok yeni bir dünya düzeninin temelleri de atılıyor. Ekonomik kuvvet dengelerinin değiştiği zimnen, ama resmen, kabul edilmiş, yeni dengelerin ifade ettiği yönde global ekonomik yönetişimde değişiklere başlanmıştır.

BUNLAR TÜRKİYE İÇİN NE İFADE EDER?

Çok bariz olarak ortaya çıkmıştır ki, Türkiye gerek coğrafi konumu, gerek enerji tedarik ağlarındaki "hub" rolü, gerek genç ve dinamik nüfusu ve üstündeki yüklere rağmen, güçlü ekonomik potansiyeli ile oluşmakta olan yeni dünyanın "kilit oyuncularından" biri olmaya adaydır.

Ama henüz sadece aday konumundadır; yapılması gereken çok işimiz vardır.

Dünyadaki pek çok devlet gibi, bu krizde bizim de güven ile gerçek arasındaki dengeyi iyi tutturmamız zaman almıştır.Son dönemde, kritik olan güvenin tekrar tesisi için gereken yaklaşım olan, işin realitesini kabullenerek somut önlemler alınmaya başlanmıştır.

Kısa dönemli,yangın söndürmeye yönelik paketler devam etmelidir.
2009 bütçe hedefleri revize edilmiş ve 3 yıllık öngörü verilmesi çok olumlu gelişmelerdir.

2009 için öngörülen %3.6 küçülme realist bir rakamdır.  Bununla beraber gelen diğer ekonomik rakamlar da, tutarlı görünmektedir.

Ve diğer öneriler de bu hedeflerle tutarlıdır - vatandaşın vergi yükünü  arttırmamak ve çeşitli kredi mekanizmalarının tekrar canlanması için gereken birkaç ayarlama yapmak kaydıyla.

Dediğim gibi, 2009 için öngörülen %3.6 küçülme realist bir rakamdır - ama korkulacak bir rakam değildir. 2010 yılında tekrar büyümeye geçmek önemlidir.

Esas üzerinde düşünmemiz gereken %15'lere varacağı öngörülen işsizlik rakamıdır.  Zira "kilit oyuncu aday"lığından 'kilit oyuncu' statüsüne geçişimizi iş gücümüzün nasıl değerlendirildiği tayin edecektir.

Birkaç yıldır tekrar ettiğim gibi; işsizliğin düşüşü sırf büyüme hızının artması ile olmayacaktır -Türkiye %7 ve üstünde büyürken dahi işsizlik yapısal nedenlerden %9.5 civarlarında tıkanmıştı.  İç talebi artıracak önlemleri almakla işsizliği zamanla % 9 civarına çekebiliriz ama daha da aşağıya çekebilmek için şimdiden alınması gereken önlemler vardır ve 'kriz' bu fırsatı vermektedir.

Bu rakamlar memleketimizde 3.5 milyonun üstünde insanın işi yok anlamına gelir. Bunların dörtte biri 15 - 24 yaş grubundadır...

Ve bu, bunu yaşayan kişiler ve aileleri için bir dram, memleketimiz için ise, inanılmaz ve bir kayıptır.

Hep dediğim gibi, iş gücünün maaliyetinin verimine olan oranını düşürecek mikro reformlar gerekmektedir. Bu öncelikli konuda, Ekonomik ve Sosyal Konsey daha detaylı ve ivedilikle çalışmalıdır.

Bugün, biraz önce başta sıraladığım gibi, dünyada yaşanan çok farklı krizden sonra değişen değerler söz konusu.

Değerli arkadaşlarım,

biz SABANCI olarak,bu yıl "Başarı sorumluluğumuzdur" söylemini bunun için seçtik.

Hiçbir kaynağımızı "Israf etme" lüksümüz yoktur.

Sorumluluğumuz sadece kar etmek değildir, sürdürülebilir karlılık ve değer yaratmak.

Değerlerimizi yarınlara sağlıklı taşımak
sorumluluğumuzdur ve başarıyı böyle ölçüyoruz.

SABANCI Topluluğu olarak,bu yüzden operasyonel mükemmelliğe,her işte verimliliği arttırma çalışmalarına eskisinden daha fazla odaklanıyoruz.

Bu yeni dünya düzeninde;
Tüketiciler, daha seçici daha ekonomik tercihlerde bulunan.

Şirketler, daha şeffaf daha ahlaklı, daha çevreye ve topluma duyarlı.

Sermaye ve yatırımda kaynak daha az ve daha kısıtlı olacak. Dolayısıyla sermaye çok daha fazla seçici ve hassas olacak.

Ülkemizin yatırım için "tercih edilen" olabilmesi, fırsatlar ülkesi olabilmesi için dünyadaki bu yeni dönemde, Türkiye'nin yapması gerekenler vardır:

a) Avrupa sürecini hızlandırmalıyız,

b) Hukuk reformunu yapmalıyız,

c) Vergi mevzuatında  değişen koşullara uyan gerekli değişiklikleri yapmalıyız (gri olanları azaltmalıyız),

d) Türk Ticaret Kanunu en kısa zamanda çıkarmalıyız,

e) İşsizlikle ilgili kalıcı yapısal reformları gerçekleştirmeliyiz.

Bütün bunları yapmak için gerekli siyasi istikrar mevcuttur. Şimdi Yerel Seçimlerden sonra bir dahaki Genel Seçimlere de üç yıla yakın zaman var.

Dolaysıyla, hep beraber bu durumdan istifade edip, oluşmakta olan dünyada yerimizi almalıyız.

Ve inanıyorum ki, ülkemiz gerçekten bu dönemi fırsata dönüştürecek güce sahiptir.